Cumartesi, Eylül 26, 2009

Hayattan Kesitler Vol. 004

DİKKAT: Uzun yazı, ona göre başlayın, pek eğlenceli de olmayabilir, geyik içeriği de düşük olabilir, baştan uyaralım, konu ilginizi çekmezse okumadan geçme hakkınız var tabi ki :)

Adım adım İngiltere’ye gidiyoruz bu yazıda, ilk izlenimler fln da var tabi. Çantamızı, valizimizi hazırladık bi gün evvelden. Sıkıntılıymış bu süreç, yok o sığdı bu sığmadı, şöyle koysak daha mı iyi vs... Ama şu vakum torbaları iyi iş yaptı, zira hacimce sert, dokuca yumuşak paltom hayatta sığmazdı. İlk defa rötarlı uçtum, ilginçtir. Halbuki 5dk erken kalktığı bile olmuştu uçağımın. Kaptan pilotumuz anons geçtiydi, yolcu listesi tam gözüktüğünden, pist de müsait olduğundan 5dk erken kalkıyoruz diye. Yok artık dediydim ama bu 5dk’nın hesabını 20dk iç hatlar ve belki de yarım saat ile dış hatlarda kesti FlyPgs. Dış hatlar terminaline de çok erken gitmeye gerek yokmuş, kontuar açılmamış olduğundan mal gibi beklemek durumunda kalıyorsunuz. Fazla kilodan 64tl’mi tokatlayan Pegasus, yurtdışı uçuşta check-in’deki abinin de kıyağıyla 5 kuruşuma el süremedi :) İnsan seviniyor böle şeylere, az buz para kesmiyolar yoksa. Yolunu yapmak lazım, check-in görevlisiyle arayı iyi tutun, abi deyin öğrenciyim, 1 senelik eşyam bu benim yapma etme... Neyse, 3.5 saatlik uçak yolculuğu da yoğun gerginlik yaratıyomuş, öyle İzmir-İstanbul’a benzemiyomuş, bunu da öğrendik. İngiltereye inmek üzereyken kabin görevlileri “Landing Card” die bişi dağıtıo, alın bundan, doldurun. Kabinde doldurmazsanız, inince doldurcaksınız, vakit kaybı yaşanmasın boşuna. Stansted’e inerseniz pek alışagelmedik bi tarz sizi bekliyo. Uçaktan terminale ulaşım trenle sağlanmakta, adamlar her noktada toplu ulaşımı dayamışlar, hatta yarmışlar toplu ulaşımı. Pasaport kontrolde sol taraftan devam edip sıramızı bekliyoruz. Bana denk gelen dayı okuldan kağıt fln sordu yok mu bişi die. Gerek yok aslında ama nie sordu anlamadım, almak fena olmaz belki acceptance letterı. Terminalden çıkınca ztn direk aşağıya kıvrılıyosunuz, ordan tren mevcut şeer merkezine, 19pound karşılığı. Otobüs de var, nerden kalkıyo bilmiom, fiyatı da bilmiyom ama trenden daha ucuz sanırım, alternatif oluşturabilir. Londra merkeze ulaştıktan sonra yapılcak en akıllıca hareket bir metro haritası edinmek, hatta bi de şehir haritası çok şık olur, harikalar yaratırsınız. Metro olayı gerçekten yarmış bi durumda bu şehirde, her yere ulaşım metroyla, bir çok farklı hat var, haritadan bakıp hangi hatta hangi istasyonda aktarma yapılıo kabak gibi görülüo zaten. Vending machine kullanımı da baya yaygın bu ülkede. Metro, tren biletleri direk bu makineler üzerinden alınabilir. Tek kullanımlık bilet yerine günlük almak daha iyi olabilir eğer tek yönden fazla kullancaksanız. Oyster denen bi olay var bi de, aynı bizim Kentkart işte. Kredi yüklüyonuz ya da sınırsız paketler alabiliyosunuz, yelpaze geniş yani baya. Bi de zone olayı var metroda. 1-2 gayet yeterli merkez için, diğerlerini geçin derim, görülcek bişi yok oralarda, he oralarda bi yerde kalıosanız alın tabi :) Metroda da bikaç racon var onları da öğretelim. Gerçi yazıo genelde ama olsun. Yürüyen merdivenlerde sağda duracağnız, sol tarafı hızlı gidenler kullanıo. Koridorlarda yürürken “keep left” yazıları göze çarpar, dinleyin soldan devam edin, İngiliz trafiği gibi... Bi de istasyona inince boş noktalara yönelin, genellikle uç kısımlar, rahat edersiniz (belki :P). Bu otobüs turları var bi de, şehri yüzeyden keşfetmek için çok ideal, hem az çok öğreniyosunuz ne var ne yok nedir ne değildir. Big Bus Company tavsiye edilebilir, beleş bot turu fln da veriolar bilete. İlk günden otobüs turu sorası kendinize gezi planı çıkarmanız daha kolay olabilir, o yüzden otobüs turunu ilk günlerde yapın, hatta ilk gün yapın. Yaya olarak gezdiğiniz süre içinde en çok kastıran trafiğin tersten akışı olacak kesinlikle. Alışmak zaman alıo baya, ama kaldırım kenarlarında yazmış adamlar hep sağa bak sola bak diye. Yayalar için olan trafik ışıklarını pek sallayan yok, yani şöyle ki, siz yayasınız, eğer yol müsaitse ama size kırmızı yanıyosa beklemeyin geçin. Zaten görceksiniz pek bekleyen yok herkes geçiyo, apaçelik olmaz, göze batmazsınız merak etmeyin :) Yaya geçidi olayıysa pek hayli eğlenceli, yaya geçidi gördüğünüz an yola atlayın, durup yol veriyo araçlar. Ne kadar şaşırtıcı di mi? Aslında olması gereken bu ama ne yazık ki ülkemizde göremediimiz bi olay. Bu İngilizlerin trafiği gibi prizleri de bi acaip, dönüştürücü şart. Böle 3lü fln garip bişi. Esas bomba musluk sistemi de farklı. Lavabodaki musluktan ne beklersiniz. 2 vana olur di mi, biri sıcak biri soğuk, bi tane de musluk ağzı olur ordan akar su. Ya da aç kapa olur sağa sola çevirir sıcaklığı ayarlarsınız akar tek bi yerden. Bu armutlar 2 ayrı musluk koymuşlar sıcak ve soğuk için. 2 ayrı musluk, 2 ayrı vana, 2 ayrı musluk ağzı demek. Böyle bi dingoluk görmedim ben, umarım yurdumda böle değildir sistem, yoksa bi musluk kapıp değiştirebilirim. Alışveriş sorası sıra sistemi de biraz farklı, gerçi ben sadece Tesco’yu ziyaret ettim diğer yerler nasıldır bilmiyorum ama. Tek bi yerden kuyruğa girip bekliyosunuz. Kasa boşalınca çağırıolar sizi, çok mantıklı bi sistem, çakal gibi “acaba hangi kasa daha boş lan, hangisine girsek sıra önce gelir” gibi düşüncelere boğulmadan ödemenizi yapabiliyosunuz. Aklıma gelmişken diyim, bazı metro hatlarının 2 farklı güzegahı olabiliyor, binmeden önce bakın bi dinleyin, elektronik tabeladan takip edin, sizin gitmek istediğiniz güzergah mı :) Gerçi en kötü ihtimal bi soraki durakta inersiniz, çok bi kayıp olmaz, dakkada bir metro geçiyo çünkü. Şaka değil gerçekten her dakika var sanırım. Bisiklet olayı var bi de şehirde. Baya bir bisikletli var hatta benim gittiğim gün flywalk adı altında bi bisiklet turu vardı. Bisiklet yolları ayrılmış şeritle, hatta trafikte yaya geçidi gibi bisiklet geçişleri var, baya kullanılan bi araç, adım başı da bisikletçi var. Biraz da gezdiğim yerler hakkında yazayım. Millenium Bridge’den kesinlikle geçin, akşam geçin ama, köprünün karşı kıyısından St. Paul’s katedraline bakın bi. London Eye çok yavaş dönüo, ben binmedim gerebilir diye :) Big Ben, Tower Bridge bunlar da görülmeli. Trafalgar’a gidin mutlaka, Big Ben şahane gözüküyo burdan. National Gallery beleş, fütursuzca gezin :) Oxford Circus, Piccadilly Circus gibi isimler yanıltmasın, “circus” meydan anlamında burda. Oxford Street mağazalarla dolu, dayaklık tipler de içermekte baya. Camden Town çok şahane bi mekan, sokak pazarı, ucuz ürünler, ucuz yemek, leş bi hayat, alternatif bi mekan, güzel orası da görün mutlaka. Bu şehirde metro istasyonu bulabildiğiniz takdirde kaybolmanız mümün değil. İzmir için denizi bulmak neyse burası için de metro istasyonu bulmak eşdeğer. Şimdilik bu kadar gibi, Milton Keynes ve hemen akabinde Cranfield yazılarıyla devam edeceğiz. Hatta uzunca bi süre Cranfiled ile devam edebiliriz :) Milton Keynes nasıldır bilmiorum ama Londra gidilesi bi yer, para buldukça ziyaret edeceğim gibi. Hatta bloguma abonelik sistemi getireyim, para gönderin siz bana, ben de Londra’ya gideyim sık sık, yazılar yazayım sizin için, sırf sizi düşündüğümden yani :P Baya uzun olmuş ya, sıkılcak olan okumasın, bunu da sona yazarım akılları alırım yine.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder